sair ve patron

KİTAP İNCELEMESİ

Halil İnalcık,

ŞAİR VE PATRON,Yedinci baskı,

Doğu Batı Yayınları,Ankara(Birinci Basım: Doğu Batı Yayınları, Nisan 2003)

 

Halil İnalcık’ın 2003 yılında ilk baskısını yaptığı Şair ve Patron kitabı Doğu-Batı yayınları tarafından basılmış ve kitapta Osmanlıda ki sanat ve iktidar ilişkisini Max Weber’in Patrimonyal Devlet Yapısı tanımıyla ele almıştır.

Yazar kitabı altı bölüm altında toplamıştır. İlk bölüm, Patrimonyal Devlet ve Sanat başlığı altında şairlerin, matbaa gelmeden önce geçimini sadece seçkin sınıfın ve hükümdarın desteğiyle sağladığından bahsetmiş ve yüksek bir mertebe için hükümdarın gözüne girmeleri gerektiğini savunmuştur. Bir konuda özellikle mimaride ve sanat alanlarında en başarılı olanların sarayda çalıştığına değinmiştir. Şairlerde padişahın lütfuna layık görülürse Sultan’us Şu’ara olurlardı. Böyle bir dönemde sanatkarların var olmasını sağlayan asıl şeyin onların destekçisi olan hükümdarın olduğunu söyleyen yazar ayrıca Orta Asya ve İran’da yaşayansanatkarıları kendi sarayına çekebilmek için her türlü fedakarlıkların yaptığını ele alıyor. Yazar sadece Osmanlı Devleti’nin değil yabancı memleketlerde yaşayanların da sanatkarlarını kendine çekmeye çalıştığına gerekirse zorla saraya getirdiğine de değinmiştir.

Yazar Osmanlı padişahlarının şehzadelik dönemlerinde aldıkları eğitimlerden dolayı padişahlarında şiir yazma konusunda eğitim aldıklarına ve şairlerin Sultan’us Şu’araya seçilmek için sultana kasideler okunduğu Şu’ara meclislerinde de padişahların hakem rolünde olduklarından söz eder. Yüksek mevkilere gelen şairlerinde patron durumuna gelip birçok şairide yanında bulundurduğunu yine yüksek mevkilere gelebilmek için sanatkarlar arasında her türlü rekabetin ve entrikanın varlığından bahseder.

Bölümün son kısımlarında ise yazar Patronun ilgisini çekmek için şairlerin son derece dikkatli ve padişahın hoşlanmadığı şeylerden kaçınmak zorunda olduklarından da bahseder.

Yazar ikinci bölümde ise Osmanlı Saray Kültürünün Gelişmesi ve Osmanlı Divanı Şu’arası başlığı altında 13.yy’da Selçukluların da seçkin şairleri himayesi altına aldığına ve şairlerin sultana Türkçe kasideler yazdığına değinmiştir. Subtelny’in alıntılarına da yer verdiği gibi Timurilerin temsil ettiği yüksek ilim ve rönesansın İtalyan Rönesansıyla ilgili kıyaslamalara neden olduğundan söz eder. Ayrıca Ali Şir Nevayi’nin bağışlarla aldığı toprakları ve servetini edebiyata harcadığını savunur.

İtalyada ortaya çıkan rönesansta nasıl İtalyan sanatçılar diğer Avrupalılarca örnek alınıyorsa Orta Asya ve İran şairlerinin de Osmanlı şairlerince örnek alındığından söz eder. Yazar, bazı farsi sanatçıların Farsça bilmeyenlerin gerçek sanatçı olamayacağını söylediği için İranlı şairlerle Osmanlı şairlerinin kıyaslandığını bazı tezkirelere dayanarak ortaya koymuştur. Fatih döneminde ise İranlı şairlere karşı üstünlük yarışması olduğunu ve Şeyhinin de Türkçe mesneviler yazarak orijinal yapıtlar ortaya koyduğundan bahseder.

Kasidelerin velilerin şefaatini kazanmak ve bu dünyada ki patrimonyal siyasi güç sahiplerinin himaye ve inayesini kazanmak için yazıldığını söyleyen yazar gerçekten yetenekli patronlarında bu şairlere iltifat ve saray görevleri verdiğinden ve bazende sadrazamları bile kıskandıracak kadar padişahla olan yakınlarından bahsetmiştir.

Saray has bahçelerinde düzenlenen işret meclislerinde şairlerin hükümdara şiirler okuduğu yarışmaların varlığına da değinen yazar bir eser sunan yazara patronun çeşitli şekillerde akçe vererek ve belli devlet kademelerine getirerek ödüllendirdiğinden bahseder.

Yazar, padişahların bazen bir şairin yazdıklarını beğendiklerinde o şairin padişahın kendisiyle sıkı ilişkiler kurduğuna, yanında bulundurduğuna ve o şairi kendi muhasibi yaptığına ancak devlette bazen kötüye giden işler olduğunda sorumluluğun muhasibe yıkılacağına değinir ki muhasibin yaşam tarzı, dini inancı geleneklere uygun değilse padişahların prestijinin düşebildiğinden bahseder. Bazen aşıraya kaçan muhasip şairlerin azledilip sefalet içinde öldüklerinide örnek olarak vermiştir.

Yazar üçüncü bölümde Patron ve Klasik Şiirde Sanat Anlayışı başlığı altında divan şiirinde lirizmin değil de tasannu’nun esas olduğunu ve çeşitli fenlerin uygulandığı sanatkarane eserlerin devlet büyüklerine hitap ettiğinden söz eder ve incelik isteyen şiirlerin ön planda olduğundan, Karacaoğlan gibi natüralist şiir yazanların eserlerinin o dönemde sanat sayılmadıklarına değinir. Yazar hocası olan Fuat Köprülü’nün, Fuzuli’nin lirizmini övdüğünden ve musanna şiirlerine önem vermediğine de değinmiştir.

Yazar, kelime oyunlarının olduğu şiirlerin aynı sanat zevkiyle yetişmiş patronların beğenisini kazanabileceğini savunurken Fuzuli’nin bugün beğenilen lirik gazellerinin Fuzuliye göre gençlik dönemi şiirleri olduğunu ve asıl şiirin sanatları öğrenip bu sanatların uygulandığı şiirler olduğunu söyler.

Dördüncü bölümde ise yazar, Şu’ara Tezkirelerinde Şair ve Patron başlığıyla şairleri incelemiştir. Yazar patronaj ve seçkin sınıfın sanat anlayışı üzerinde en esaslı kaynağın Şu’ara tezkiresi olduğundan söz ederken ilk tezkire yazarının ise Sehi Beg olduğunu belirtmiştir. Ayrıca yazar Sehi Beg’in tezkiresinde Patrol-Kul ilişkisini Sehi Beg’in yazdığı şiirlerle ifade ettiğine değinmiş ve ardından Kastomonulu Latifi’nin de patron arayışından ve Aşık Çelebi’nin de eserini Sultan Süleyman’a takdim ettiğini ve Aşık Çelebiye göre bir eserin değerini patronun değerinin belirleyeceğini belirtmiştir.

Şu’ara tezkirelerine alınan şairleri mesleklerine göre sınıflandıran yazar İslami İlimleri görmüş ulema ve medrese eğitimini yarıda bırakan şairlerin çoğunlukta olduğunu ardından da şairlerin devlet bürokrasisinde görev almayı amaçladıkları için şiir ve inşaya önem verdiklerini belirtir.

Yazar beşinci bölüm olan Fuzuli ve Patron başlığında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Fuzuli’nin “Enisül Kalb” kasidesinden yola çıkarak Fuzuli’nin bir patron arayışı içinde olmadığı görüşüne yer vermiş ancak Fuzuli’nin Osmanlı tebaası olmadan önce bunun doğru olabileceğini ve Osmanlı tebaası olduktan sonra padişaha kasideler yazdığını ve bir patron arayışı içinde olduğunu belirtir. Fuzuli’nin Şikayetname yazsada aslında padişaha yaklaşmak ve belli kademelere gelebilmek için adımlar attığını söyleyen yazar, Osmanlı bürokratik kurallarına da açık açık değinmiştir. Ardından Fuzuli’nin arz’a çıktığından ve bu görüşmelerin olumsuz sonuçları olduğundan bahsetmiş ve Fuzuli’nin hoşnutsuzluğu sonucu yazdığı şikayetnamede patronajın gerçek yüzünün ve o dönemin şair psikolojisini en gerçekçi biçimde anlatan belge olduğunu savunmuştur.

Yazar, Fuzuli’nin Hz.Aliye kasideler yazdığını ve Hz.Ali’nin türbesinin yanında bulunup onu övmek için yazdığı şiirlerinin karşılığında maaş aldığına da değinmiştir. Ayrıca Fuzuli’nin Şehzade Bayezide ve Musul Sancak Beyi Ahmetle de mektuplaştığını ve sürekli patron arayışı içinde olduğunu belirtir.

Altıncı bölümde ise yazar, İn’am Defterlerinde H. 909-917 Yıllarında Bağış Alan Şairlerin Menşei ve Mesleği başlağı altında şairlerin göreve geldikleri meslekleri tablo şeklinde açıklamıştır. Ayrıca padişahların şairlere in’am adı veriler paralar verdiklerine ve bu paraların tutulduğu defterlerede in’am defterleri adı verildiğini belirtmiş ve şairlerin eserlerinin toplumda nasıl yayıldığını açıklayıcı bir şekilde değinmiştir.

 

DEĞERLENDİRME

Bu çalışmasıyla Cumhuriyet tarihinin en büyük yazarlarından olan Halil İnalcık ‘ın, alanının sınırlarını zorlayarak ortaya koyduğu bu eser genel olarak farklı bir tarzda yazılmış ve çoğu tarihçinin hakim olamadığı edebiyat ve çoğu edebiyatçının da hakim olamadığı tarih alanında bir eser çıkaran İnalcık, yılların birikimini Max Webel’in “patrimonyal devlet yapısı” tanımıyla anlatmış ve sosyolojik bir biçimde incelemiştir. Kitapta doksan dört adet kaynak tan yararlanılmış ve bu kaynaklar eser üzerinde ustalıkla kullanmıştır. Kitaptaki kaynakların bir kısmı birinci el kaynaklardan oluşmaktadır. Kitapta yazar hocalarından olan Fuat Köprülünün eserlerinden de yararlanmış ve kitapta alıntılar yapmıştır. Kitapta özellikle Fuzuli’nin üzerinde çok durulmuş ve şiirlerinden parçalara yer verilmiştir ancak kitapta ki çoğu şiir Farsça verilmiş ve Türkçe tercümesi yapılmamıştır. Yazarın yaptığı alıntılar ve şiirlerden verdiği örnekler konuyla tam uyumludur ve akışı bozmamaktadır. Ancak belli bir kronolojik düzen olmadığı için bazı bölümlerde akış bozulmuştur. Kitapta yazarın dili fazla ağır olmasada bazı bölümlerde Arapça ve Farsça kelimelerin art arda kullanılması anlamayı zorlaştırmıştır. Yazar eserde özellikle Osmanlı’nın 1400 ve 1550’lü yıllarını ele almış ve ara ara Selçukluya da değinmiştir. Avrupanın ve Osmanlının patronaj konusunda ki benzerliklerini kıyaslamış ve benzerlikleri belirtmiştir. Yazar bazı bölümlerde savunduğu konuları vurgularken kaynak göstermiş ve alıntılara da yer vermiştir. Yazarın bu kitapta asıl vermek istediği mesaj matbaa olmadan önce şairlerin ve sanatkarların nasıl para kazandıkları olduğu için kafalarda ki soru işaretlerini gidermeye çalışmıştır. Bu konuda kitap bazı yazarlar tarafından olumlu eleştiriler alırken özellikle İlber Ortaylı tarafından övgüyle bahsedilirken İskender Pala tarafından olumsuz eleştiriler alıyor ki İskender Pala bunu iki temel nedene bağlıyor;

1) Bütün Divan şairlerinin mutlaka bir devletluya kapılandığı sanılabilir,

2) Şairlerin, neredeyse bütün şiirlerini mutlaka bir caize almak için yazmış olduğu fikri düşünülebilir.

Bu nedenleri açıklayarak açan İskender Palaya cevap olarak İnalcık;

“Sanatkarlarımız tabii önce sanatlarının taktir edilmesine önem verirlerdi; ama bir yandan da rahat bir yaşam sağlamak bir zaruretti, başka imkan yoktu.” Şeklinde cevap veriyor.

Ancak kitap yöntemi konusunda çok az rastlanan bir örnek olduğu için olumlu eleştirileri bu yönde daha çok almıştır.

Yazarın İskender Palaya vermiş olduğu cevaptan da anlaşıldığı gibi kitabın vermek istediği mesaj olan şairlerin patrona olan ihtiyacını ve patronunda şaire olan ilgisini ödüller vererek gösterdiğini anlayabiliriz.

 

ALİ RIZA Ş. İÇEN, Tarih 3.Sınıf Nö

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol